Geçmişi bin yıl öncesine dayanan tarihi de lezzeti kadar hayli zengin kahvenin halk arasında ilk olarak Brezilya ve Yemen'de üretildiğine dair inanış yaygındır. Hatta kahvemizi uzun süre beklediğimizde "Kahveler nerede kaldı? Yoksa Yemen'den mi geliyor?" diye de takılırız eşe, dosta. Yemen’den geldiği düşünülen kahve, aslında eski adıyla Habeşistan, yeni adıyla Etiyopya kökenli bir bitki. 1000 yıllarında sadece Habeşistan’da bilinen kahve önce fırında kavurulup, sonra değirmende çekilip un haline getirildikten sonra yağla yoğrularak yapılan hamur fırında ekmek gibi pişiriliyormuş. O dönemde yoksul halk gününü bir somun kahve ekmeğiyle geçiriyormuş. Kahvenin içilmeye başlanması 15. yüzyılın ortalarına denk geliyor. Savaşçılara enerji vermek için de kullanılan kahvenin çekirdeklerini Etiyopyalılar MS 11. yüzyıl civarında suyun içinde mayalandırarak bir tür şarap üretmişler. Dünyaya Afrika Kıtası’ndan yayılan kahvenin ilk kez sıcak içilmesine aynı dönemde Arap Yarımadası’nda başlanmış. Uyarıcı etkileri nedeniyle eski zamanlarda bir tür dinsel güç olarak algılanan ve mistik bir anlam yüklenen kahve rahiplerle ve hekimlerle özdeşleştirilmiş.
Bu büyülü çekirdeğin keşfine yönelik kulaktan kulağa anlatılan, eski kuşaklardan yeni kuşaklara aktarılan efsanelerden ilkine göre : Etiyopya'nın Kaffa şehrindeki bir manastırın din görevlileri bir bitkinin tohumlarını yiyen keçilerin canlandığını gözlemleyip, bu bitkiyi kendileri de kaynatıp içmeye başlamışlar. Böylece bütün gece süren ayinlerde uyanık kalabiliyorlarmış. Bu durumda kahveyi ilk keşfedip, müptelası olanların keçiler olduğuna inanılıyor.
İkinci efsaneye göre; bir Müslüman derviş düşmanları tarafından kentten çöle sürülmüş. Güneş, susuzluk ve açlıktan ölmek üzereyken dervişe gaipten gelen bir ses yakınındaki bitkinin meyvelerini yemesini söylemiş. Elindeki son suyla kahve çekirdeklerini ıslatan derviş bunları çiğnemeyi başaramayınca ıslattığı suyu içmiş ve bir anda gelen kudreti Tanrı’nın bir işareti olarak yorumlayıp, herşeyi göze alarak kentine dönerek inancını yaymaya başlamış. İsmini Etiyopya’nın Kaffa Bölgesi’nden alan bu bitki değişik dillerde kahve/coffe/kaffee/café/koffie/kawa/cafea/kophe/kafei/kava/kohi gibi üç aşağı beş yukarı benzer kelimelerle ifade edilmekte.
İkinci efsaneye göre; bir Müslüman derviş düşmanları tarafından kentten çöle sürülmüş. Güneş, susuzluk ve açlıktan ölmek üzereyken dervişe gaipten gelen bir ses yakınındaki bitkinin meyvelerini yemesini söylemiş. Elindeki son suyla kahve çekirdeklerini ıslatan derviş bunları çiğnemeyi başaramayınca ıslattığı suyu içmiş ve bir anda gelen kudreti Tanrı’nın bir işareti olarak yorumlayıp, herşeyi göze alarak kentine dönerek inancını yaymaya başlamış. İsmini Etiyaopya’nın Kaffa Bölgesi’nden alan bu bitki değişik dillerde kahve/coffe/kaffee/café/koffie/kawa/cafea/kophe/kafei/kava/kohi gibi üç aşağı beş yukarı benzer kelimelerle ifade edilmekte.
Orta Çağ'ın sonlarına doğru Kaffa'dan Yemen'e ve Mekke'ye götürülen kahve hacı Müslümanlar tarafından kendi ülkelerine götürülmüş ve böylece kahve dünyaya yayılmaya başlamış. Osmanlı İmparatorluğu’nun Yemen’e doğru genişlediği dönemde kahveyle tanışan Türkler onu ilk kez ateşte kavrulduğu yer olan Türkiye’ye götürmüşler. 1550 yılında ilk kahvehane İstanbul’da açılmış. Kısa sürede kahvehaneler, insanların biraraya gelerek kahve içtikleri, fikir alışverişinde bulunup sosyalleştikleri mekanlar olmuş. Kahvenin yolculuğunda bir sonraki adım, Venedikli tacirlerin 1615 yılında, ilk kahve tohumlarını İstanbul’dan Venedik’e götürmeleriyle gerçekleşmiş. Böylelikle İtalyanlar’ın asla vazgeçemedikleri kahve tutkuları da başlamış. 1683’teki Viyana kuşatması sırasında, Osmanlılar arkalarında çuvallar dolusu yeşil kahve tohumu bıraktıklarında Viyanalılar ilk başlarda bunun hayvan küspesi olduğunu düşünmüşler. Kuşatma esnasında Türkler’i izleyen ajanlar bu tohumların gerçek öyküsünü çözmüşler ve kahve “Türk içkisi” olarak Avrupa’da içilmeye başlanmış.
Angola'nın Portekiz kolonisi olduğu 16. yüzyılda Avrupa yeni yeni kahve ile tanışmaya başlamış. Portekizliler Angola'ya ilk ayak bastıklarında bu ülkenin petrol ve elmas gibi doğal zenginliklerinden bihaber, üretimi ülkede hayli yaygın olan kahveyi Portekiz'e ve Brezilya’ya taşımışlar. Günümüzde Angola ekonomisinin miheng taşları petrol ve elmas kahvenin tahtını elinden almış durumda. Portekiz ile yaşanan bağımsızlık savaşı ve sonrasındaki etnik savaş sırasında kahve üretimi önemli ölçüde sekteye uğramış. Etnik savaş sırasında politik partiler kahve çiftliklerini ele geçirmişler. Barış elde edildikten sonra çiftçilerin üretim yapacakları ne toprakları ne de maddi olanakları kaldığından kahve üretimi önemli ölçüde sarsılmış. Uygun iklim ve uygun topraklar olmasına rağmen günümüz Angola'sında kahve üretimini yeniden canlandırmak amacıyla Angola hükümetinin köylünün elinden biran önce tutmasını diliyorum.
Ben bu yazıyı kaleme alırken Etiyopya usulü kahvemin keyfine vardım bile.
Ya, sizin kahveniz nerden olsun?
Not: Fotoğraflar 2010 Şubat ayına tarihliler. Etiyopya’nın güneyine, etnik kabilelerin günümüzde hâlâ geleneklerine sımsıkı bağlı bir yaşam sürdüğü Omo Vadisi’ne düzenlediğimiz ilk gezide son konaklama noktamız Aregash Lodge’du. Etiyopya’nın dört bir tarafında olduğu gibi burada da 17:30 kahve seremonisi vaktiydi. Bu seremoni esnasında çektiğim fotoğraflara her bakışımda kahvenin insanın aklını başından alan rahiyası burnumda tütüyor.
Kahve tarihçesi ile ilgili detay bilgiye « İnsanlığın Beşiğine Yolculuk – Etiyopya & Cibuti » isimli kitabımdan ulaşabilirsiniz.